Kanamalar vücut dışına doğru olabileceği gibi {örneğin, delici bir yaralanma] vücut içine doğru da olabilir; örneğin karın bölgesine gelen şiddetli bir darbenin dalağı parçalayıp, karın boşluğuna kan kaybedilmesi durumu. Kanama ne biçimde olursa olsun, sonuç olarak damarlarda dolaşmakta olan yaklaşık 5 litrelik kanın belli bir miktarı damar dışına çıkar. Damar içindeki kan miktarındaki azalma, kalbe dönmekte olan kanın da miktarında azalmaya neden olur. Kalp ise kendisine daha az miktarda kan geldiğinden, aynı oranda daha az miktarda kan pompalamak zorunda kalır. Bu durum organlara, dokulara ve hücrelere daha az miktarda kan gönderilmesine neden olur. Her dokunun yaşayabilmesi için belli miktarda taze kanı sürekli olarak alması gerekmektedir. Yeterince kanlanamayan dokular, yaşam işlevlerini yavaş yavaş kaybederler. Damarlardaki kanın miktarındaki azalma, kan basıncının da düşmesine neden olur. Kan basıncı düştüğündeyse, sempatik sinir sistemi uyarılır. Bu uyarılma sonucu “Adrenalin” denilen ve sempatik sinir sistemi hücreleri tarafından salgılanan özel bir sinir hormonunun salgılanışı artar. Adrenalin, damarların daralmasını sağlayan bir maddedir. Adrenalinin etkisiyle damarlar daralır ve bu daralma ile kan basıncının yükseltilmesine çalışılır. Sempatik sinir sistemi ile birlikte böbrek üstü bezinin medulla bölgesi de uyarılır. Bu bölgenin’uyarılması ile böbreküstü bezinden de “Adrenalin” ve “Noradrenalin” denilen özel sinir hormonları salgılanır. Bu sırada böbreküstü bezinin kortizol salgısı da artar. Adrenalin ve noradrenalin maddelerinin etkisiyle daralmış olan kan damarlarındaki hidrostatik basınç düşer. Hidrostatik basınç düştüğünde ise dokuların hücreler arası sıvısının bir bölümü kan damarlarının içine doğru yer değiştirip, kanın hacmini çoğaltmaya, böylece kan kaybı ile ortaya çıkmış olan hacim azalmasını belli bir ölçüde karşılamaya çalışırlar. Böylelikle yaklaşık 1 litrelik kan kaybı, 1-2 saate karşılanabilir.Ancak bu yolla çoğaltılmaya çalışılan kan hacmi, kanın kalitesi bakımından uygun değildir. Çünkü bu yolla, kaybedilen kan hücrelerinin yeri değil, yalnız kaybedilen kan hacmi karşılanmış olmaktadır. Basit bir anlatımla kan sulanmış oluyor. Gerek kan miktarındaki azalma, gerek kan damarlarının daralması ve gerekse de kanın, özellikle alyuvarlar bakımından kalitesinin bozulması kanın dokulara taşıdığı oksijen miktarında belli bir azalmaya neden olur. Bu durum hücrelerin yaşamak, enerji üretmek ve işlevlerini yerine getirebilmek için gereksindikleri oksijeni yeterli miktarda bulamamaları ile sonuçlanır. Hücreler enerji üretmek için oksijen bulamayınca değişik bir yolla [oksijene daha az gereksinim duyan bir yolla) enerji üretmeye çalışırlar. Bu yolla enerji üretilirken, hücre içinde fazla miktarda asit biriktiği gibi, hücre tarafından enerji maddesi olarak sentez edilen ATP (adenozintrifosfat) de daha az miktarda üretilir. Okâijen azlığı nedeni ile hücre tarafından üretilmekte olan ATP adlı enerji ham maddesi azahnca, hücre zarının ve hücredeki “Lizosom” denilen hücre içi organcıklarınm zarları bozulur. Bu durumda hücre içinden hücre dışına doğru potasyum kaybedilirken, buna karşılık hücre dışından bol miktarda sodyum hücre içine girer. Bu durum hücre için olumsuz bir etki yaratır. Diğer yandan lizosomların zarlarmdaki bozukluk nedeni ile bu hücre içi organcıklarınm içinde bulunan bazı enzimler lizosomlardan dışarı çıkıp hücre içinde serbest kalırlar. Bu enzimler hücreyi zedelerler ve sonunda öldürürler. Oksijen azlığı nedeni ile hücre içinde artmış olan asitler (bunlar kimyasal olarak laktat ve piruvattır) hücre dışına çıkarlar. Bu asitler kılcal damarlara gelen atardamarların genişlemesine neden olurlar. Kılcallara gelen atardamarlar genişlediğinde, özellikle kılcal damarlardaki kanın hidrostatik basıncı yükselir. Hidrostatik basıncın yükselmesi ise, kandan dokulara doğru sıvı kaybına neden olur. Bu durum, kanama ile zaten azalmış olan kan hacminin daha da azalmasına neden olur. Kan hacminin daha da azalması ise hücrelerin daha da az oksijenlenme-si anlamına gelir. Hücreler daha az oksijen alınca, daha çok asit üretirler, bu da yukarıda anlattığımız mekanizma ile kandan daha fazla miktarda sıvının dokulara kaçıp kan hacminin daha da azalmasına neden olur. Görüldüğü gibi şok olayı aslında uçurumdan aşağı yuvarlanmak gibi, bir başladı mı sonuna kadar gidebilen bir olaydır. Hasta bu kötü gidişten ancak iki biçimde kurtulabilir; ya hastanın kendi vücudu fazla olmayan bir kanamayı dokulardan damar içine çektiği sıvı ile karşılayıp şoktan kurtulur ya da hasta acilen, yoğun bir şok tedavisine alınarak kurtarılmaya çalışılır. Şoktan geri çevrilemeyen hastaların kaybedilmesi kaçınılmazdır. Şoktan geri çevrilemeyen hastaların ölümü hangi nedenden olmaktadır? Bu ölüme tek bir neden göstermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Yukarıda anlattığımız mekanizmaların etkisiyle ölen ya da işlevleri bozulan vücudun hemen hemen bütün hücreleri artık o kişinin yaşayabilmesine olanak bırakmamaktadır. Beyin ödemi, akciğer ödemi, böbreklerde gelişen nekrozlar, ölümü getirebilecek kadar ciddi bozukluklardır.